Cumartesi, Haziran 21, 2025

Köşe Yazıları

Mersin’de Kent Kültürü Neden Gelişmiyor? Bir Hafıza Yolculuğu Üzerinden Yanıt Arayışı

(Foto: Haber Merkezi)

Son günlerde Mersin’de sıkça sorulan bir soru var: “Kent kültürü neden gelişmiyor?”
Bu soruya sosyologlar, şehir plancıları, akademisyenler elbette çeşitli yanıtlar verebilir. Ama ben size başka bir yerden, belleğin kıyısından konuşacağım. Bir çocuğun gözünden başlayan, bir ailenin toprakla kurduğu bağı, bir mahallenin dönüşümünü ve bir kentin nasıl kimlik değiştirdiğini anlatacağım. Belki bu anlatı, hepimizin içinde aradığı yanıtı biraz olsun görünür kılar.

Toprağın Üzerine Kurulan Düş

Biz, rahmetli babaannemle birlikte Alsancak Mahallesi’nde kirada oturuyorduk. Babaannem, merhum dedemden kalan emekli maaşıyla geçiniyordu. O dönemler, Sivaslı Mustafa isminde Babaannemin bir köylüsü emlakçı vardı. Henüz imara açılmamış, marul tarlası statüsünde olan Yumuktepe civarından birkaç parça arazi toplamıştı. Babaanneme de “taksitle ödersin” diyerek küçük bir arsa teklif etti. Babaannem kabul etti. İşte bizim hikâyemiz orada başladı.

Toplam 150 metrekarelik o arsayı, çocuk aklımızla kazık çakarak ölçtük. Babaannem, maaş aldıkça bir duvar, bir kolon derken, kendi evini inşa etmeye başladı. “Oğlum, dört duvarla bir de üstünü örtersek, elin kirasından kurtulur, kendi evimiz olur,” derdi. Dediğini de yaptı. Betonun içinde bir hayalin temeli atılmış oldu.


Mahalle, İnsanların Birbirine Temas Ettiği Yerdir

Bizim gibi düşünen başka aileler de vardı. Çoğu İç Anadolu’dan göç etmişti: Malatya, Sivas, Çorum… Eski Mersinliler –yani bağ-bahçe sahibi Arap yerli halk– ile yan yana düştük. Toplamda on, bilemedin on beş haneydik. Alt yapı yoktu. Ne su vardı, ne kanalizasyon. Sokak bile yoktu.

İlk olarak elektrik direkleri dikildi. Ardından hatırlı komşular belediyeye gidip yolu açtırdılar. Belediye Başkanı Kaya Mutlu dönemiydi. Bir dozer geldi, toprağı dümdüz etti. O kadar. Gerisini yine halk yaptı.

Yazları evin önüne cibinlik gerer, tül perdelerle sinekten korunarak sokakta yatardık. Ortak yaşam, komşulukla değil mecburiyetle başlardı ama sonrasında bir sıcaklık, bir aidiyet doğardı. Kimsenin kapısı kilitli değildi. Çocuklar sokakta birlikte büyür, kadınlar kazanları ortak kaynatırdı.


Su Akarsa Kültür de Akar mı?

Suyumuz yoktu. Belediyeden su tankerini beklerdik. Sonra yine komşuların çabasıyla Sağuksu Caddesi’nde bir hayrat çeşmesi kuruldu. Tüm mahalle o çeşmeden bidonlarla su taşımaya başladı. Bu fiziksel zorluklar, insanların arasındaki bağı güçlendirirdi. Çünkü kent kültürü dediğimiz şey, önce birbirine değen ellerde oluşur.

Alt yapı tamamlandı. Kendi evimiz vardı. Sokak vardı, elektrik vardı, su da vardı artık. Tam rahata erdik derken, dünya bizim mahalleye kadar geldi.


Coğrafya Değişir, Demografi Dönüşür

Bir sabah, televizyondan Saddam Hüseyin’in Kürtlere saldırdığını duyduk. Türkiye sınır kapılarını açtı. Özal dönemiydi. Peşmerge grupları Mersin’e, özellikle bizim mahalleye yerleştirildi. Ardından Güneydoğu’dan boşaltılan köylerden insanlar geldi. Birkaç yıl içinde mahalle değişti. Yumuktepe artık eski Yumuktepe değildi. Demirtaş’a dönüştü.

Belediye Başkanı, oy kaygısıyla aşiretlerden beş bin kişiye belediyede iş verdi. Şehir, göçü yönetemedi; sadece barındırdı. Köyden kente gelen insanlar henüz “kentli” olmayı öğrenemeden, yeni bir göç dalgasıyla karşılaştı. Kimlikler birbirine karıştı. Şehir, kim olduğunu unuttu.

Aradan yıllar geçti. Bu kez Suriye’den gelenlerle tanıştık. Demografi yeniden değişti. Sadece nüfus değil, mahalle dokusu, iletişim biçimi, gündelik yaşamın ritmi, ortak hafıza da değişti.


Kent Kültürü Nedir, Neden Olmaz?

Kent kültürü sadece kaldırım yapmak, AVM açmak, park dikmek değildir. Kent kültürü, birlikte yaşama terbiyesidir. Mahremiyet kadar paylaşmayı, bireysellik kadar kamusallığı da içerir. Dili, sesi, sokağın ruhunu bir arada yaşatır. Biz Mersinliler olarak belki de kent kültürünü hiçbir zaman tam anlamıyla oluşturamadık çünkü her dönem büyük bir göçle, ani nüfus değişimleriyle sarsıldık.

Köyden gelenler kentli olamadan, yeni bir dalga geldi. Olan yine birbirini tanımaya fırsat bulamayan mahallelere oldu. Yani asıl sorun “kültürsüzlük” değil; ortak hafızanın hiç oluşmasına izin verilmemesiydi.


Bugün Mersin, onlarca kültürün birbirine değdiği ama iç içe geçemediği bir kent. Kentlilik bilinci, ne yazık ki geçmişten bugüne hep ertelendi. Peki hâlâ geç mi?

Belki de hayır. Kent kültürü sokakta başlar, selamla, tanışmayla devam eder. Mahalleler yeniden konuşursa, insanlar birbirine dokunursa, ortak bir aidiyet duygusu filizlenebilir.

Kim bilir, belki de kültür, tekrar bir tül cibinliğin altında, yaz gecelerinde kurulacak dostluklarla başlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir