Çarşamba, Mayıs 21, 2025

Köşe Yazıları

Kafamızdaki Komiser: Otosansür ve Basın Özgürlüğünün İçsel Krizi

(Foto: Haber Merkezi)

Bu hafta içerisinde basın özgürlüğü gününü de kutladık fakat özden kaçan bir şey vardı. Basın özgürlüğü tartışmaları çoğu zaman dışsal tehditlere odaklanır: sansür uygulayan devletler, cezalandırılan gazeteciler, kapatılan medya kuruluşları. Oysa bu tartışmanın ihmal edilen bir boyutu vardır: içselleştirilmiş sansür, yani otosansür. Bu bağlamda “kafamızdaki komiser” ifadesi, yalnızca bir ironi değil, otoriter rejimlerin medya üzerindeki en sinsi ve kalıcı etkisini tanımlar. Bu yazıda, otosansürün doğası, nedenleri ve sonuçları üzerine odaklanarak, basın özgürlüğünün salt hukuki değil, aynı zamanda psikolojik ve kültürel bir mesele olduğunu ileri süreceğim.

Otosansürün Psikolojisi: Denetim İçselleştiğinde
Michel Foucault’nun “panoptikon” kavramını hatırlayalım: bireyler, gözetlendiklerine inandıkları sürece davranışlarını otoritenin onayına göre şekillendirir. Modern medya alanında ise bu gözetleme çoğu zaman görünmezdir. Gazeteciler, denetlenmeden denetlenir; cezalandırılmadan önce kendilerini cezalandırırlar. Buradaki “komiser”, dış bir otorite değil, bireyin içine yerleşmiş bir korkudur. Bu korkunun kökeni yalnızca ceza tehdidi değil, ekonomik güvencesizlik, mesleki dışlanma ve siyasi baskıdır.

Türkiye’de Basın Özgürlüğü: Sayılardan Fazlası
Uluslararası endekslerde Türkiye, basın özgürlüğü açısından alt sıralarda yer almaktadır. Ancak bu sıralamalar, yalnızca dava ve tutuklama sayılarına odaklanarak, otosansürün yapısal etkisini göz ardı etmektedir. Türkiye’de medya çalışanlarının önemli bir kısmı, hiçbir yasal zorlama olmadan haberlerini “yeniden yazar”, manşetlerini “yumuşatır”, eleştirilerini “belirsizleştirir”. Bu, yalnızca bireysel tercihle açıklanamaz; bu, sistemin kendisini yeniden üretme biçimidir.

Neoliberal Medya ve Otosansür
Otosansür yalnızca otoriter yönetimlerin değil, neoliberal medya yapısının da ürünüdür. Büyük sermaye gruplarına bağlı medya kuruluşlarında “haber değeri”, çoğu zaman “marka değeri”nin önüne geçemez. Bu da basın mensuplarının sadece siyasi değil, ekonomik kaygılarla da kendilerini sansürlemelerine yol açar. “Kafamdaki komiser”, bu anlamda hem siyasi iktidarın hem de piyasa koşullarının ortak üretimidir.


Basın özgürlüğü yalnızca hukuki düzenlemelerle garanti altına alınamaz. Gerçek özgürlük, düşünce üretiminde ve ifade ediliş biçiminde ortaya çıkar. Otosansür ise bu üretimin görünmez duvarıdır. “Kafamdaki komiser”, bireyin düşünsel özerkliğini kemiren bir denetim hayaletidir. Bu komiserle hesaplaşmadan, sadece basın değil, demokrasi de nefes alamaz. Bu nedenle, basın özgürlüğü mücadelesi aynı zamanda zihinsel bir direnişi, düşünceyi savunmayı ve cesareti kurumsallaştırmayı da içerir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir